9 Temmuz 2017 Pazar

Bir uzaylı istilası

"Yüce tanrımız kutsal kitabımızda bize yol gösteriyor" dedi MCX9001 galaksisinin en büyük medeniyetinin bulunduğu Shandura gezenenin ruhani lideri ve aynı zamanda bir asker olan Komutan Zalimos, ve derhal hazırlıkların başlanmasını emretti.

Yüksek teknolojileri sayesinde aranan şey çabukça bulundu. Ve hemen o zamana kadar görülmemiş büyüklükteki uzay gemisinin inşasına da başlandı. Dünya koşullarında olsa yapımı belki 50 dünya yılı sürecek olan gemi 1 dünya ayında yapıldı. Gezegendeki  saryon(insan gibi oranın en gelişmiş canlısı) nüfusunun %10u gemiye binecekti, buna rağmen geminin sadece % 1'lik kısmı dolmuş olacaktı. Gemide boş yer lazımdı, zira saryonların büyük bir kısmı "yemek" beklemekteydi, gemi yemekle ve çiftlik hayvanıyla doldurulacaktı

Tabi bir yandan, yolculuğa şiddetle karşı çıkan saryonlar da vardı:Muhalifler. Onlara göre Shanduralı askerlerin hayatı boş yere riske atılıyordu. Nasıl bir medeniyetle karşılaşacaklarını bilmiyorlardı. Tamam, kuantum bilgisayarları onlara, aranan şeyin bulunduğu gezegenin yüksek bir medeniyet olmadığını dolayısıyla tehdit oluşturmadığını gösteriyordu ancak yine de belli olmazdı, 80 ışık yılı öteden ölçüm yaparken hata paylarını da dikkate almak gerekirdi. Gerçi kuantum bilgisayarının hata yapma olasılığı 100 trilyonda 1'di ama yine de muhalifler bir umutla bu olasılığı dile getiriyorlardı. Tek dile getirdikleri bu olasılık değil, ayrıca yapılacak işlemin hiç de etik olmadığını, vicdansızlık olduğunu dile getiriyorlar, liderlerini bu işten vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Onlara göre açlık sorununa başka çözümler de getirilebilinirdi, zaten kendileri de bu çözümü hali hazırda uyguluyorlardı.

Evet, Shandura'nın bu muhalif kesiminin açlığa çözümü oranın yerel bitkilerini taklit etmekten geçmekteydi. İleri gen teknolojileriyle o gezegene özgü siyonabakterilerin genlerini kendilerine aktarmışlar, hatta sonraki yıllarda daha da ileri giderek, bu bakterileri yeni doğan çocuklarının zigotlarına enjekte ettirmişler ve bu bakterilerin, bu işlem uygulanan bebeklerin hücrelerinin bir parçası olması sağlanmıştı. Tıpkı 8 milyar yıl önce gezegenlerinde hakim süren bu bakterilerin bu gezegendeki ilkel bitki hücrelerinin içine girip onlara fotosentez denen enerji üretim yöntemini kazandırdıkları gibi, bu yeni doğanlar da fotosentez yapma kabiliyetine sahip olmuşlardı. Bu ırk artık "yeşilimsiler" diye anılıyordu. Tek sorun, fotosentez sürecinin biraz uzun sürmesiydi ve Martunanın(bizim güneşimize benzer yıldızları) ışığına ihtiyaç olmasıydı. Kapalı havada da fotosentez olmaktaydı ancak işlem çok daha uzun sürmekteydi. Şöyle ki, günlük enerji ihtiyacının alınması için açık havada 2 saate yakın fotosentez yapılmalıyken, kapalı havada bu işlem 3 saati bulabilmekteydi. Gezegendeki 1 gün ise sadece 12 saat sürüyordu. Ancak bu gezegendeki canlıların uyku diye bir derdi yoktu. Buradaki evrim koşulları uyku mekanizmasını geliştirmemişti. O yüzden 12 sat içinde 2-3 saat çok da büyük bir kayıp değildi. Ama etçil grup ise beslenmeye günde sadece yarım saat ayırdıkları için hallerinden memnundular. Üstelik et yemeyi seviyorlardı da. Et yemek, onlar için sadece beslenme değil, hayattan keyif alma biçimiydi.

Bütün bunlardan önce bu yeşilimsi yeni ırk bir tür vejeteryanlık ve veganlık sürecinden geçmişti. Ancak bir süre sonra, gerek hastalıkların önlenmesi(evet bitkisel beslenmek de hastalık nedeniydi) gerekse bitkileri kesip yemenin hayvanları kesip öldürmekten bir farkı olmadığını düşüncesinin yerleşmesiyle farklı yöntem arayışlarına girilmişti. İşte böylece yeşilimsi ırkın yolu da açılmış oldu. Tabi Shandura'da halkın bir kısmı hala otçul(vejeteryan/vegan) hayata devam ediyordu. Bu iki kesim yani otçullarla yeşilimsiler, toplam nüfusun yaklaşık yarısını oluşturuyordu ama gücü ellerinde bulunduranlar etoburlardı.

Muhaliflerin eleştirileriyle uğraşmanın yanında, besin azlığıyla da mücadele eden etoburların fazla vakti kalmamıştı. Zira, kısa süre önce doğaya aşırı müdahaleleri nedeniyle, besin zinciri kırılmış, ayrıca bakterilerin yaydığı hayvan hastalıkları nedeniyle çiftlik hayvanlarının büyük çoğunluğu telef olmuştu. Elde kalanların da çoğu yakın zamanda bitecekti ve hastalıklar nedeniyle kısırlaşan hayvanlar artık çok düşük yüzdelerde çiftleşebiliyor ve yeni bireyler meydana getirebiliyorlardı. Vakit daralmıştı.

İşte böyle bir zamanda artık çoktan bıraktıkları "dinleri" geldi komutan Zalimosun aklına. Aslında aklına gelen fikir başkaydı, ve basitti ama bu fikri hayata geçirebilmesi için bazı engellerin kalkması gerekiyordu. Bu fikrini uygulamaya koyabilmesi için yüzyıllarca önce kurulan galaktik barış anlaşmasının kırılması gerekiyordu. Tanrı emri, her tür anlaşmanını üzerindeydi ne de olsa. Resmi olarak bu din bırakılmış olsa da, bu Tanrıya hala birçok Shanduralı inanıyordu. Onları ikna etmek kolay olacaktı, muhalifler istediği kadar karşı çıksınlardı. Ve tüm gezegende yapılan referandum sonucunda küçük bir farkla "Tanrının vaad ettiği nimetlere kavuşma" kararı çıktı. "Evrenin her köşesine sizler için nimetler yarattım, onlardan faydalanın, ve bana karnınızı doyurduğum için şükredin" diye yazıyordu ilgili ayette. Saryonlar artık "Mademki tanrımız bize evrenin her yerindeki besinlere ulaşma imkanı vermiş bize de yemek düşer" diyordu.

Gemi hazırdı. Vakit gelmiş, herkes gemiye binmişti. Kuantum ışınlama yoluyla çalışacak olan geminin istikameti Yerel Kümenin diğer ucunda bulunan Samanyolu isimli galaksinin küçük bir yıldızının etrafında dönen küçük mavi bir gezegendi. Buradan alacakları besinlerin niteliğini uzaktan ölçmek pek mümkün değildi. Gezegene indikten sonra önce tehdit durumu ölçülecek, güçlü bir tehdit görülmezse hemen gıda analizi yapılacaktı. Çeşitli örnekler toplanacak ve en faydalı besin belirlendikten sonra, bunlardan belli sayıda canlı alınıp götürülecekti. Canlı sayısını, ilgili canlının doğurganlık süresi belirleyecekti, o yüzden kısa sürede doğum yapan ancak besin değeri ve hastalık direnci de yüksek olan bir canlı olması gerekiyordu.

Ve hareket başladı. Gemi öncelikle gezenin yeterince yüksek bir bölgesine usul usul çıktı. Yeterli yüksekliğe geldiğinde durdu ve ışınlaması için geri sayım başladı. 3,2,1. Muazzam bir beyaz ışık tüm Shandurayı sardı. Işınlama sırasında çıkan enerji o kadar fazlaydı ki sadece ışık değil dehşet bir ısıyı da açığa çıkarmıştı, o yüzden yeterince yükseğe çıkması gerekiyordu. Aksi halde saryonları büyük kısmı ya yanar ya kör olurlardı.

Gemi, kuantum dolanıklık prensibine göre çalışıyordu. Işık hızından daha hızlı gitmenin bir yolunu bulan yüksek Shandura medeniyeti için istedikleri yere anında ışınlamak bir problem değildi ve öyle de oldu, 1 sn bile sürmeden Güneş sisteminin içine gelmişlerdi. NASA'nın bilgisayarları hemen alarm vermeye başladı ancak artık önlem için çok geçti. Tüm ülkelerin askeri birlikleri olağanüstü bir hal ile bir araya geldi. Tüm uçaklar seferber edildi. Televizyonlarda sürekli devasa uzay gemisiyle ilgili haberler akıyordu ve herkes işi gücü bırakmış bu gemiyi konuşuyordu. Her zaman filmlerde gördükleri bu gemi sonunda gerçekten gelmişti. Yine filmlerdeki gibi herkes bu geminin bir tehdit oluşturup oluşturmadığını merak ediyordu. O sıralarda Shandura gemisindeki tehdit algılama gemicikleri etrafa yayılmış, dünyadaki canlıların sadece bir türünün(insan) küçük bir tehdit oluşturacağını, diğerlerinin zararsız olduğunu belirten raporları Zalimosa getirmişlerdi. İnsandan gelebilecek küçük tehditi de berataraf etmek için küçük bir operasyon yeterli olacaktı. Shanduralı teknisyenler bunun için güneşi kullanacaktı.

Bilgisayarlarını buna göre programladılar ve Güneşten gelen radyasyonun etkisini 100 bin kat artırarak dünyaya büyük bir hızla gönderdiler. Güçlü elektromanyetik dalga bütün elektronik aletleri, uçakları, uyduları v.s işlemez hale getirdi.

İnsanlar büyük panikle sağa sola kaçmaya başladılar. Askeri birlikler ise yerden konvansiyonel silahlarla uzay gemisine ateş açıyorlardı ancak nafileydi. Bi kere mühimmatın büyük kısmı gemiye ulaşmıyordu, ulaşanlar ise işe yaramıyrordu. Çünkü gemi bir hayalet gemi gibi davranıyordu. Filmlerde görünen manyetik kalkan falan yoktu. Geminin içinde kuantum süperpozisyonlama teknolojisyle çalışan bir motor vardı. Geminin tam merkezinde bulunan bu motor, gemi çapı kadar alan içindeki herşeyin atomlar arası bağlarını saniyenin tirilyonda biri kadar sürede kırıp tekrar kuruyordu. Tüm bu süreçte atomların merkezindeki proton ve nötronlarla etraflarındaki elektron bulutu arasındaki boşluk gerçek anlamda ortaya çıkıyor ve milyarda birlik bir alana sahip olan katı kütle devasa boşluğun içinde adeta okyanusta damla haline geliyordu. İşte insanların silahları okyanustaki bu damlaya ateş ediyor gibiydiler. Kısacası gemiyi vurmaları pratik olarak imkansızdı ve açılan kurşunlar gemi içinden, gemiyi oluşturan tüm malzeme ve saryonların atomları arasından geçip gidiyordu. Zaten kısa süre sonra bu konvansiyonel ateşleme merkezleri de imha edildi. Artık insanoğlunun savunması kalmamıştı.

Zalimos fazla oyalanmak istemiyordu. Analiz gemilerini hemen dünyanın dört bir tarafına yaydı. Hızla analiz yapan mikro analiz gemileri, eti olan tüm canlıları yani hayvanları besin değeri, lezzet, doğurganlık süresi ve hastalık direnci kriterlerine göre hızlıca analiz ettiler ve 4 kritere göre puanlama yaptılar. En yüksek puanı alan canlı türü "İnsan"dı. Lezzet açısından da, doğurganlık süresi açısından da, besin değeri açısından da insandan daha üstün hayvanlar yok değildi, ancak insan vücudunda özellikle kol ve bacaklarda bulunan bir protein Shanduradaki hastalıklara karşı direnci sağlayacak gibi görünüyordu.

Zalimos, askeri teçhizatla yüklü gemilerine saldırı emri verdi. Yanlarında süper hızlı dönen hızarlarla donanmış gemiler etrafa yayılıp insan avlamaya başladılar. Hızarlar dönüyor, kol ve bacakları anında gövdelerden ayırıyor, geminin arkasındaki robotik kol da bu parçaları havada yakalıyordu. Yere düşen binlerce gövdenin kafasından çıkan çığlıklar ise tüm dünyayı kaplamıştı. Deposu dolan gemiler ana gemiye gidip yüklerini boşaltıyor ve geri geliyorlardı. Gövdelerin acı içindeki kafaları, kolsuz ve bacaksız yanlarına düşen diğer gövdelere bakıyor, artık uyuşmuş vücutlarının azıcık kalan enerjisiyle kafalarını anca hareket ettirip birbirlerine bir şeyler demeye çalışıyordu. Anneler babalar sürünerek çocuklarına gitmeye çalışıyor, sevgililer birbirlerine son kez bakıyor, az sonra kendilerini kucaklayacak ölümü sessizce bekliyorlardı. İçlerinden bazısının hayatı film şeridi gibi gözlerinin önünden geçerken bazısı son saniyelerini "Acaba koyunlar ve ineklere de böyle mi hissediyor" diye düşünüyor, bazısı da "Tanrım, nolur bize yardım et" diye dua ediyordu. Kimisi Allah'a, kimisi İsa'ya kimisi Yehovaya, kimisi Vişnuya, kimisi de yerel tanrısına. Ama görünen o ki, Shandura'nın Tanrısı dünyalıların Tanrılarına üstün gelmişti. Mı acaba? Yoksa bu çatışma Tanrılar arasında değil de iki gezegenin hakim ırkları arasında mıydı? Bu yaşananlar, güçlünün zayıfı ezmesi miydi?

Ana gemi yeteri miktarda insan kol ve bacağı ile dolmuştu Bunlar Shanduraları bir süre idare ederdi, sıra gelmişti bu insanların çiftliklerde yetiştirilme işine. Uzun vadede Shanduranın açlık sıkıntısının çözümü insan türünde, daha doğrusu insan etindeydi. Bir an önce çiftleştirme işlemine ve seri üretime geçilmesi gerekiyordu. Zira gemideki kol ve bacaklar saryonları en fazla 8 ay idare ederdi.

Sıra çiftlik gemilerinin gönderimine gelmişti. Bunlar da en iri yarı ve sağlıklı insanları arayıp buluyor, bunları hızlıca yakalayıp ana gemiye götürüyorlardı. Yakalanan insanlar çığlık içinde bağırıyor, uzaylılarla konuşmaya çalışıyordu. Tabi dertlerini anlatamıyordu. Saryonlar bu insanların sesini hiç de beğenmemişti, "ne zırvalıyorlardı" acaba.

Yeterli miktarda insan da toplandıktan sonra, ana gemi tüm askerlere dönüş talimatı verdi. Tüm askeri gemiler ana gemiye döndükten sonra da ışınlama için geri sayım başladı. 3,2,1. Bu sefer yükselme gereği bile duymamışlardı, birkaç insan cayır cayır yansa da çok önemli değildi, zaten az önce yaptıklarının da yakmaktan kalır yanı yoktu. Ateş topu dünyanın önemli bir kısmını etkisi altına alırken insan dahil birçok canlı da muazzam ışık nedeniyle kör olmuştu.

Shandurada herkes büyük umutla uzay gemilerini bekliyordu. Haber gelmişti, 1 yıla yakın besin ve sonraki yıllar için çiftliklerde yetiştirilmek üzere yeterli miktarda hastalık direnci bulunan hayvan(insan) bulunmuştu. O yüzden halkın büyük kesimi dört gözle gemiyi bekliyordu. Gökyüzünde aniden beliren gölge bi anda herkesin yukarı bakmasına neden oldu. Gemiyi gören herkes büyük bir alkış fırtınası kopardı. Büyük bir şölen havası vardı.

Hemen hazırlıklara başlandı, kol ve bacaklardan oluşan besinlerin büyük kısmı soğuk hava depolarına gönderiliyor, küçük bir kısmı ise gezegenin her yerine dağıtım için sevkiyat araçlarına bindiriliyordu. Tüm bu iğrenç hengameyi izleyen muhalifler ise birkaç gün sonra aralarında temsilciler seçip, Zalimosa gönderdi. Temsilcilerin lideri, "Yaptığınız katliamın kamera kayıtlarını izledik. Size söyleyecek bir şey bulamıyoruz. Olan oldu bir kere, ancak toplayıp getirdiğiniz bu hayvanları(insan) derhal serbest bırakmanızı ve onları kendi dünyalarına geri göndermenizi rica ediyoruz" dedi.

Zalimos yanındaki kurmaylara bakıp kahkahayı patlattı. "Buraya bu saçmalık için mi geldiniz? Söyleyecek başka şeyiniz yoksa şimdi defolun gidin buradan" diye ekledi. Ancak temsilcilerin gitmeye niyeti yoktu. Zalimosa vejeteryanlık ve fotosentez yöntemini bir kez daha detaylıca anlattılar. Fotosentez süresinin düşürülmesi için çalışmalar yaptıklarını, araştırmalarını fonlanması durumunda süreleri oldukça düşebileceğinden bahsediyorlardı. Ancak bu nafile bir çabaydı. Zalimosun ne vejeteryanlıkla ne de fotosentezin süresiyle ilgili bir derdi vardı. Fotosentez isterse 1 sn sürsündü, umurunda değildi. O "et yemeyi seviyordu", bu zevkinden vazgeçmek istemiyordu.

Elleri boş dönen muhalifler, sokaklarda standlar kuruyor, pasif eylemler yapıyorlardı. Yapılan işlemin büyük katliam olduğunu, bu insan denen canlıların da kendilerininki kadar büyük olmasa bile bir medeniyet kurduğunu, onların da bir ailesi olabileceğini, hatta katliam sırasındaki kamera kayıtlarının bunu gösterdiğini anlattılar. Ama hepsi nafileydi. Standların önüne gelen saryonlar, muhaliflere küfür ediyor, onlara zor anlar yaşatıyordu. "Aç mı kalalım yani" diyenler, "Tanrımız bize bu hakkı vermiş, size noluyor?" diyenler, "Bizim saatlerce fotosentez yapacak vaktimiz yok" diyenler, "Ot yemek istemiyorum, et yemeyi de seviyorum kardeşim size ne, bize niye karışıyorsunuz, biz size karışıyor muyuz" diyenler oluyordu. Muhaliflerin çabası hiç sonuç vermedi.

O sıralarda çiftliklere yerleştirilen insanlar, zorla birbirleriyle çiftleştiriliyor, ve üstelik çok kötü koşullarda bakılıyorlardı. Aradan 8 ay geçtikten sonra, yemek stokları iyice tükenen saryonlar artık isyan etmeye başlamış, çiftliklerin önünden eylem yapmaya başlamışlardı. Bazı çiftliklerde ise zorla içeri girme vakaları olmuştu. Açlıktan ölmek üzere olan birkaç saryon çiftliklere girip zorla birkaç kadının karnını canlı canlı yarıp içindeki bebekleri alıp kaçmışlardı. Bu vahşice eylemler Zalimosun bile tüylerini diken diken etmişti. Benzer olaylara karışanlar için idam cezası getirilmişti. Yine muhaliflerin de baskısı sonucunda çiftliklerdeki insanların hayat koşulları da biraz daha iyileştirilmişti. 9.ayın sonunda et bolluğu yaşandı. Kısa süre insanlar tekrar çifltleştirildi.

Çiftliklerin içinde ise, bazı erkek insanlar hallerinden memnundu. Çiftleştikleri kadınlar çok güzel olmasa da daha önce hiç cinsel ilişkileri olmadığı için hallerine dua ediyorlardı. "İyi ki gelmişiz buraya" diyorlardı ama taki yaşlılık belirtisi gösterip kas kitlesi erimeye başlayana kadar. Sonrasında bir robot alıp onları kesimhaneye götürüyordu. Tabi insanlar dünyadaki hayvanlara benzemiyordu, başlarına ne geleceğini biliyorlardı, buralardan kaçıp kurtulmanın yollarını da arıyorlardı ama nafile. Karşılarındaki medeniyet kendilerinden çok çok üstündü. Buradan kaçış yoktu.

Shandurada hayat bir süre tekrar canlandı. İnsan üretimi ve çiftçilik çok başarılı olmuştu. Gezegendeki saryonların açlık sorunu bitmişti. Muhaliflerin her geçen gün artan gücü ve baskısı sayesinde çiftliklerdeki insanların da koşulları da yıldan yıla daha da iyileşiyordu ama hala bebekken kesilen çocuklardan(bebek eti çok lezzetliydi) tutun, bir şekilde bu hayata alışıp orada kendi çapına bir aile kuran insanların göreceli "en mutlu" anlarında bir anda bir robot tarafından alınıp kesimhaneye götürülmesi, ve bir törenle canlı canlı kol ve bacaklarının koparılması gibi rutinler devam ediyordu.

Shandura eski güzel günlerine kavuşmuştu. Herkes çok mutluydu, muhalifler bile artık duruma alışmıştı, kendi üstlerine düşen herşeyi yaptıklarını düşünüyorlardı. Hatta son durumda insani kesim koşulları da getirilmiş, kesimhaneye götürülen insanlar artık törenle kesilmiyordu. Zira Shanduralı psikologlar insanların tören sırasında korktuklarını, korkunca da safra keselerinin patlayıp kana zehirli maddeler karıştırdığını ileri sürmüşlerdi. O yüzden kesim öncesinde bayıltılıyor, ondan sonra kesiliyorlardı..Üstelik aynı dönemlerde dişi insanların memelerinden çıkan sütün çok değerli proteinler içerdiği, bu sütü içen saryonların hafıza ve dikkat gibi bilişsel faaliyetlerinde büyük iyileşmelerin olduğu görülmüştü. Bu sebeple, kadınlar doğumdan hemen sonra sağımhanelere götürülüp sağılıyorlardı.

Shandura eski günlerinden de parlak günler yaşıyordu. Ama bu mutluluk ne kadar sürdü dersiniz? 50 bin ışıkyılı uzaktaki MRT8500 galaksisinden gelen ve Shanduradaki canlı nüfusun neredeyse tamamını bir anda yiyip bitiren ahtapotumsu göçebe avcılar çıkıp gelene kadar.

Ne de olsa galaktik barış bozulmuştu. Bu haber evrenin her yerine yayılmıştı. Kısa sürede galaksiler arası ışınlanma sayısında büyük artış meydana gelmişti. Yiyecek sorunu yaşayan tüm "uygar"lıklar çareyi başka galaksilerdeki besin kaynaklarında arıyordu. Halbuki evrenin bize verdiği muazzam enerji kaynaklarını bi görselerdi...

Şuan evrenin çok uzak bir noktasında ise fotosentezi başarıyla adapte eden canlılar hayatlarını barış içinde yaşıyorlar. Evrenin kendilerine verdikleri tüm güzellikleri deneyimliyorlar. Üstelik geliştirdikleri teknolojileri sayesinde kendilerine saldırmaya kimse cesaret edemiyor, saldıranlar ise barışçıl bir şekilde etkisiz hale getiriliyor. Bunların genetiği anında değiştirilip gezegenini bitki örtüsüne dahil ediliyorlar.

Onlar Hakikati görenler. Onlar Evrenle bir olanlar. Onlar barışçıl yeşilimsiler. Onlar her tür canlı hayatına saygı duyanlar.