11 Ocak 2015 Pazar

Yasam ve ölüm


Bu yazimi, bu hafta 22 yasinda kaybettigimiz Ugurumuza ithaf ediyorum.

Kabul etmek gerekir ki icinde yasadigimiz dünyanin iyi yönleri olsa da çok boktan bir dünya. Hayvanların canlı canlı birbirini parcaladigi, yine insanlarin hayvanlari canli canli kestigi, kadinlarin ve hatta bazen erkek cocuklarin tecavuze uğradığı, yaslilarimizin tabiriyle sıralı ölümlerin olmadığı, gencecik çocukların topraga verildigi boktan bi dunya. Icine dogdugumuz bu dunyanin baslangic sartlarini degistiremeyecegimize gore mevcut pisligi nasil azaltabiliriz diye kafa yormali insanoglu. Bu yazimda bu sorunlardan ölüme, özellikle vakitsiz ölüme deginmek istedim.

Konuya öncelikle bilimsel ve felsefi acidan(biraz duygusuz ve soguk gozukebilir, üzgünüm) bakmak isterim sonra da siyasi ve yönetsel açıdan irdeliycem.

Ölümü bir SON anlaminda ele alırsak ölüm diye birşey yoktur aslinda, zira bir yokolma olgusu yoktur ölümde, onun yerine dönüşüm vardır. İnsan vücudu dahil tum madde nerdeyse tamamen boşluktan oluşur. Maddeyi kati halde gösteren sey maddenin kendisi değil atomlar arasındaki elektromanyetik kuvvettir. Sadece toplu ignenin milyarda birinden kucuk bir parcamiz uzayi isgal ettigi düşünülen maddeden(proton, elektron ve nötron) oluşur ki bunlar da saf enerjinin higgs alanı ile iliskiye gecmesi neticesinde kutle kazanip uzayi isgal eder ve einsteinin unlu denklemine gore bu madde de enerjiden baska birşey degildir. Bu durumda eger biz boşluktan oluşan bir enerji kumesiysek öldüğümüzde de ortadan kaybolan bir madde yoktur, dönüşen bir enerji vardir ve bu enerji tekrar yeryüzünde başka hayatlara katilarak varlığına devam eder. Peki bizden ayrılan kimdir, nedir? Ölen kişinin karakteridir, bilincidir, sesidir, gülüşüdür, ağĺayışıdır, üzüntüsüdür...Peki ondan kalan sadece fotoğrafları mıdır, videolari midir? Bence değildir. Onun sevdiği filmleri izlemek, onun okuduğu kitaplari okumak, dinledigi muzigi dinlemek, onun konuştuğu insanlarla konuşmak, varsa onun takip ettigi davayi devam ettirmek, yine varsa üyesi olduğu dernege uye olup onun amacina katkida bulunmak v.s bizi onunla bağlantıda tutacaktır. Hatta güç yetebiliyorsa adina bir vakif/dernek kurup burs vermek, muhtaclara yardimda bulunmak onu aramizda tutar. Bu arada yeri gelmişken organ bağışından da bahsetmekte fayda var. Ölen kişinin organlarının başka insanlara takılmasıyla hem o kişiler hayat bulacak hem de o kişinin bir parçası da hala yaşamaya devam edecektir.
Peki kisinin ozvarligina ne olur? Cogumuz buna ruh der ama ben bilinc diyeceğim. Bilinc o kadar derin ve hala tam cozulememis bir konu ki, net bisey demek mumkun degil. Inancim (daha doğrusu inancsizligim) geregi cennet ve cehennem olayına girmiycem tabiki ama icinizi rahatlatacaksa kisinin bilincinin kollektif bilince katıldığını ve bu şekilde varlığına devam ettigini düşünebilirsiniz. Özetle;  ölüm bizden maddi birsey koparmaz, çünkü madde zaten boşluk ve enerjidir dedik. Deneyimleri koparamaz, çünkü ondan kalanlarla o deneyimleri hayatta tutabilir onun adını çeşitli şeylerle yasatabiliriz dedik. Bilinci kaybolmaz, kollektif bilince katilir dedik. O halde nedir bizi uzen ölümün soğuk yüzünde. Kendi açımızdan bakınca ölenle yeni deneyimler yasayamayacagimiz olgusudur. Olen acisindan bakinca da onun özellikle erkenden ayrildiysa, yaşaması olası deneyimleri yasayamadan gitmesidir.  Baglayacak olursam, hayatin özü ve anlami deneyim yaratmaktir bence ve insanlar sevdikleriyle olası tüm deneyimleri ertelemeden yaşamalı ve ölüm geldiğinde "iyi ki" sayımızın "keşke" sayısından çooook daha fazla olmasını sağlamaya çalışmalıdır.

Gelelim olayı siyasi açıdan ele almaya.
Ölüm oranlarini azaltmak icin bir devlet neler yapabilir? Öncelikle dört kolla bilime sarilmalidir. Mesela bugunlerin haberi olan konuyu ele alalim:hastanelerde imam v.s istihdam edilmesi. Bu habere inanmak istemedim ama malesef 3.milenyumun turkiyesi bu halde. Peki olmasi gereken nedir. Benim cizgimi bilen bilir, ben dine de dolayısıyla diyanete de karşıyım. Diyanet lağvedilse ve onun bütçesi sağlık ve bilimsel arastirmaya ayrilsa çok can kurtulur, cok anababanin gözyaşı engellenir. Bunun ortası yok, ya bilime sarılıp duran kalpleri calistiricaz, hatta kalp durmadan once yedek kalp devreye girecek ve kisi kalp krizi gecirdigini bile anlamayacak,  ya da varligi şüpheli ilahın takdirine baglamaya devam edeceksiniz sevdiklerinizin vakitsiz ayrılışını. Ya her cocuk dunyaya geldiginde devlet tarafindan DNAsi incelenip genetik sorunları tespit edilip önceden tedbir alinacak, ya da 'mekani cennet olsun, allah daha cok seviyomus yanina almis' laflarini duyacaksiniz, o an çocuğunuzun cennete mi cehenneme mi gittigini hic dusunmeden, tek dileginiz ve dusuncenizin cocugunuzun yaninda olmasi iken. Ya hastanedeki imamin 'imani ve ameli iyiyse cennete gider' zirvasini dinlersiniz ya da 'yeni gelistirilen ... teknigiyle hayatta tutabildik veya ölümden döndürdük' diyen cerrahin Altın degerindeki ellerini öpüp öpüp durursunuz. Seçim sizin. Diyanetin ortadan kalkmasi icin ne yapilmasi gerektigine siz karar vereceksiniz. Ya da yukardaki gibi binlerce farkli senaryoyu yasadiginizda iki alternatifinizin oldugunu hatirlarsiniz.

Rahat uyu Ugurum...